KEKELEMEDEN KEKELEMEK

Bora Başkan'ın Yüz/ey MakinAksar sergi kataloğu için önsöz
Bora Başkan'ın bizi taşımakla yükümlü kıldığı bir ağırlıktan bahsetmek istiyorum. Ağır olmayan bir ağırlık. O yüzden de, nasıl taşıyacağımızı bilmediğimiz bir ağırlık. Gözlerimizle mi, kollarımızla mı, aklımızla mı? Bu karar verilemezlik, Bora Başkan'ın önümüzde açtığı alanın sadece görsellikten ibaret bir alan olmayıp, içkin bir alan olmasından kaynaklanıyor. Figürler figüratif olmadan oradan oraya savruluyorlar, bizi hareketleriyle kuşatıp kimsenin galip çıkamayacağı bir yarışa davet ediyorlar.
Bu içkinlik alanında hiçbir şey sabit kalamıyor zira bir işi oluşturan çizgiler bir başka yerde, bir önceki ya da bir sonraki işin kaçış çizgileri olarak karşımıza çıkıyorlar. “Görsellik nereye kadar bizle kalabilir?” diye bir soruyu da beraberlerinde getiriyorlar. Çizgilerin ve taramaların kıvrımları, çatışmaları, kaçışları dilsel, işitsel ve görsel olanın sınırlarını zorlayarak bedensel bir deneyime zorluyorlar seyirciyi. Seyirci (Guy Debord) dediğime bakmayın: seyirci dediğimiz kişi akıl ve bedenini ayrı tutmakla mükellif, rasyonel bir galeri adamıdır: Kapitalin şizofren bir algıda, parçalanmış akıl/beden ilişkisinde işlemeyeceğini, akışa geçmeyeceğini bilen kişidir. Bora Başkan’ın çizgi ekonomisi besbelli genel ve sınırlı ekonomi arasındaki sınırı zorlayarak bizi beş parasızlığa doğru itiyor ve üstümüze çöken ağır olmayan ağırlığın nedeni de işte bu. Ne ellerimiz olması gereken yerde, ne gözlerimiz, ne kulaklarımız, ne kollarımız, ne de ayaklarımız.
Açıkça (bir) sahne(ler?) kuruluyor burada. Yarım yüzlü, yüzleri düşmüş, ya da sıfır: yüzselleşme anına geçmiş insanlar ile hayvanlar var, ve taşımsılara figürsellik kazandıran yüzeyler: hepsinin işaret ettikleri benzer durumsa, 'gestalt'ı geride bırakarak biçimi biçim dışıyla aynı anda algılanır kılabilmek. Ön plan/arka plan ayrımı kuşkusuz kalıcı ama algı-beden ilişkisinin bozuluşu, bir Caravaggio chiaroscuro'sundakine tamamıyla zıt ama benzer biçimde iki plan arasındaki geçiş protokollerinin zedelenmesi ve gözlemci ile gözlenen (Crary) arasındaki o varoluşsal sözleşmenin feshedilmesinde kristalleşiyor. Burada karşıtlık ya da yüzsellik, çizginin kontrollü hallerinin biçim-tipografisini, biçim-topografyasını silme, altetme çabasıyla oluşturuluyor. Hayvanların da yüzleri vardır ve hiçbir hayvanın yüzü bir başkasına benzemez. Benzemezlik, farklılık başgösterince mi maske takarız? Yoksa, yüzün tözündeki hayvansallığı mı saklar her maske? Durum ne olursa olsun, Bora Başkan'ın içkinlik alanında canlanan sahne ne bir ilk sahne (Freud), ne de bir son sahnedir. Sahneler değişirken sahneler arasında yer alan, geometri ya da görünebilirlik alanlarını tipografi öncesine taşıyan bir sahneler serisi.
Bu sahnelerde hayvanlarımızı nasıl iş sahibi yaparız? Onlara nasıl bir işlevsellik kazandırabiliriz? Böyle sorular sorabilir miyiz, ya da buradan oraya gidebilir miyiz bu sahnelerde? Oradan buraya ulaşmak mümkün müdür buralarda? Buralardan oralara ulaşmanın sonsuz farklı yolları görünür kılındığı için mi varış ya da varoluş sorunsallaştırılmaktadır bu sahnelerde? Bir başka deyişle: Hareketsizliğin içindeki harekete ya da hareketin içindeki hareketsizliğe mi yakalanırız Bora Başkan'ın sahnelerinde?
Giorgio Agamben'in Walter Benjamin'den naklettiği bir paragraf geliyor aklıma: Hasidiklere (18. yüzyılda Polonya'da Baal Shem-Tov tarafından kurulan mistik bir Yahudi hizipi) göre Mesih geri geldiğinde dünyada öyle herkesin beklediği gibi kökten bir değişiklik olmayacakmış. Herşey aynen bugün olduğu gibi olacakmış. Şimdi odamız nasılsa, öteki dünyada da aynen öyle olacakmış, bebeğimiz şurada uyuyorsa, orada da aynı şekilde uyuyacakmış, burada giydiğimiz giysilerin aynısını orada da giyecekmişiz. Her şey şu anki gibi olacakmış, ancak azıcık bir farkla.
Tam da işte böyle azıcık bir fark ve bu farkın farkına varabilmiş bir sanatçının işlerine maruz kalmak, bizlere böyle ağır olmayan bir ağırlığı hissettiren. Hayvanımıza iş bulmalı mıyız, yoksa bırakalım başıboş gezsin mi gezebilirse başıboşluğun imkansız kılındığı bir dünyada? Dikkat edelim ama: çünkü 'iş' kavramı da değişmektedir böyle bir kekelemede ... İş sadece bir emeği yüklenmek, onu belli bir değer sistemi içinde (kapitalizm) temsil etmekten çok işi iş yapan şeyin estetiğinin, plastik olanın yüzeyle takas edilerek, kekelemeden kekelettirilmesinin haritasına dönüşmektedir bedenlerimizden geçerken.
Kekelemeliyiz.
14.10.2014
Galata, İstanbul