top of page

BOSCH, BENJAMIN, DELEUZE



Bir önerim var. Hieronymus Bosch'un Deliliğin Tedavisi (y.1488) adlı tablosunu Walter Benjamin'in alegori, ve Gilles Deleuze'ün aptallıkla ilgili değerlendirmeleri ışığı altında biraz tersinden okuyarak bugün içine hapsolduğumuz koşullardan bir takım kaçış çizgileri yaratmak.


!5. ve ardından 16. yüzyıl resminde, Bosch'un öncülüğüyle başlamış, garip bir operasyon aracılığıyla delilik ya da aptallık denen insanlık halinin tedavisinin resmedildiği bir sahne vardır. Jan Sanders van Hemessen'in y.1550 tarihli Cerrah adlı ya da Pieter Huys'un Delilik Taşının Çıkarılışı adlı tabloları ama en önemlisi Pieter Brueghel'in Delilik Taşının Koparılışı (y. 1550) adlı işi bu tedavi işlemini resmeden önde gelen örneklerdendir. Dönemin inanışına göre – ki bu inanışın kökeni Hellenistik çağa kadar gitmektedir – insan kafatasının içinde delilik ya da aptallığa yol açan bir taş vardır ve kafatasına açılan bir delik aracılığıyle bu taş kafadan çıkarıldığında delilik ya da aptallıktan müzdarip kişinin sıkıntıları sona ermektedir. Muhtemelen, bu tür operasyonların gerçekte yapılıp yapılmadığına dair çok sayıda kanıt olmamasından yola çıkarak, Erwin Panofsky, Bosch'un sanat imgelemi sözkonusu olduğunda bu ve sanatçının benzer resimleri hakkında şöyle demiştir: "Akıl sınırlarımı aşan bir durum ki, gözardı etmeyi tercih ederim."[1]


Herşeyden önce, birçok sanat tarihçisi tarafından doğrudan bir delilik ya da aptallık alegorisi olarak kabul edilen Deliliğin Tedavisi'nin ne anlamda, ne tür bir alegori olduğunu irdelememiz gerekmektedir. Walter Benjamin'e göre alegori'yi sembolden ayıran şey alegori'de temsil edilen şeyin anlık deneyime açık olması semboldeyse bu deneyimin aşkınsal bir müdahele tarafından belirlenmiş olmasında yatar. Örneğin, sembolde bir Medusa bakışıyla dondurulmuş, sınırları çizilmiş, kalıcı, hareketsiz bir imleme, anlamlama varken, alegoride anlamlama bu tür aşkınsal bir müdahele aracılığıyla sabitlenmek yerine, sahneyi oluşturan imlere özgürlük verilerek deneyime açılır, bir akışa, anlık deneyime dönüşür. Alegorik söylem ikilemlerle doludur: tasvir edilen şey ifadeden mahrumdur ama sınırsız bir ifade gücüne sahiptir. Sembolün dondurduğu imlemenin aksine, alegoride tasvir edilen şey çoğulsallıklara yol açar; alegori tasvirin imleme gücünü aşkınsal bir varoluşa bağlayarak gizlemez, gizeme bürümez, aksine imlemenin yapıtaşlarını gözler önüne serer. Şayet Bosch'un bu tablosunu Benjaminvari alegori ışığı altında değerlendirecek olursak, işin imleme alanının aptallık ve delilik arasında gidip gelişlerle oluşturulduğunu; bu alanın izleyicinin anlık durumlarıyla belirlenerek kolay karar verilemeyen, durumsal bir izleme pozisyonu yarattığını söyleyebiliriz.


Peki bu tabloda ne olmaktadır? Bir cerrah görünürde delilik ya da aptallıktan müzdarip olan bir kişinin kafasından bir neşter aracılığıyla bir şey çıkarmakta, ve bu sahneye bir rahip ve bir rahibe şahitlik etmektedir. Cerrahın kafasında ters oturtulmuş bir huni, bir kolunu masaya dayamış rahibenin kafasındaysa bir kitap durmaktadır. Masanın üstündeyse, cerrahın hastanın kafasından çıkardığı – taş değil – lalenin bir benzeri durmaktadır. Bu tuhaf faaliyet Bosch'a özgü o renkli, mavi göklere eriyen yeşil tarlalarla katmanlanmış bir manzara önünde cereyan etmektedir. Bütün sahne adeta bir dürbün ya da mikroskoptan bakarcasına daire içine alınmış ve bu daireyi çevreleyen siyah dikdörtgen alanda şöyle denmektedir: "Ustacığım, şu taşı nolur çıkar hemen / Benim adım Lubbert Das".


Alegori anlayışımızı sembolle belirleyip bir çok sanat tarihçisinin peşine takılarak, bu tablonun ahlak dersi veren bir iş olduğunu düşünülebiliriz. Örneğin, gerek cerrahın kafasındaki huni, gerekse rahip ve kafasının üstünde kitap taşıyan rahibenin Hristiyan ahlakına göre sembolik değerler çerçevesinde bize bazı mesajlar ilettiğini söyleyebiliriz. Dönemsel olarak düşündüğümüzde, din ve tıbbın birbiriyle içiçe geçmiş alanlar olduğunu hatırlayıp, burada bize iletilen sembolik anlamın, delilik ya da aptallıktan kurtulma çabasının varsayılan bir cerrahi müdahele aracılığıyla değil, Rönesansvari bir aydınlanma, kitap okuma, eğitim aracılığıyla gerçekleşebileceği sonucunu çıkarabiliriz. Öte yanda, dönemin simyaya olan inancına baktığımızda karşımıza yine din ve simya araştırmalarının birlikteliği çıkar. Bu bağlamda, Bosch'un eleştirisinin zamanın Reformasyon öncesi kilisesinin mala mülke olan düşkünlüğüne yönelik olduğunu düşünebiliriz yoksa rahip ve rahibenin ne işi vardır bu resimde? Üstelik rahibe okumakla değil de kafasının üstünde bir kitap taşımakla aydınlanabileceğine inanırken?


Bütün bu ahlaksal çıkarımların sonunda karşımıza iyi ve kötünün sembolik mücadelesinden başka bir şey çıkmaz. Oysa resmi Benjaminvari bir alegori anlayışıyla okuyacak olursak delilik ve aptallığın arasındaki sınırları zorlayabilir, bu sınırları deneyim alanımıza açabiliriz. Delilik Foucault'ya göre normaliteyi ya da rasyoneliteyi oluşturan dizpozitiflerin karşısına dikilmiş tarihsel engellerin görünürlük kazanma anıdır. Deleuze'e göreyse aptallık, insanlığın baş düşmanıdır çünkü klişe üretmekten başka bir işe yaramaz. Delilik normaliteye sığmayan, kalıpları tanımayan bir düşünme biçimi gerektiriyorsa, aptallık klişeler ürettiği için terkedilmelidir. Kuşkusuz, aptallık başka şekillerde de anlaşılabilir. Örneğin, öğrenilmiş bir klişenin tekrarına yol açmadığı zamanlar, örneğin, klişenin dışına isteyerek ve bilerek düştüğünde aptallığa ne olur? Biraz da bu topraklardaki duruma gönderide bulunarak, sormalıyız, aptal ne zaman abdal olur? Tıpkı Benjamin'in alegori ve sembol arasında zamansallık bazlı ayrıştırmalarında olduğu gibi – ki buna göre alegori zaman deneyimiyle, sembol ise vakit kavramıyla ilgilenir – "Abdal (hali) değişen demektir, aptal değişmeyen, o nedenle ilki evrilir, ikincisi devrilir."[2] Bu açıdan bakıldığında, delilik ve aptallığın aklı, düşünceyi, oluşu normalite dışına çağırmakta buluşan, çoğulsallığın, çok anlamlılığın, yaratıcılığın baştacı edildiği durumlar ürettiğini söyleyebiliriz.


Öyleyse, gerçekten ne olmaktadır bu tabloda? Kafasından delilik/aptallık taşı çıkartılan kişi gerçekten iyileşecek midir, yoksa taşın çıkartılması Deleuze'ün sözünü ettiği bir aptallaştırma operasyonuyla mı sonuçlanacaktır? Deli ya da aptal olduğu varsayılan kişinin kafasından taş değil de masada duran laleye benzer bir lalenin çıkarılmasının ne anlamı olabilir? Cerrahi müdahelede bulunulan kişi, Lubbert Das, taşın niçin hemen kafasından çıkarılmasını talep etmektedir? Biraz tarihsel içeriğe baktığımızda, bu taşın "filozof taşı" denilen ve simyagerlerin yüzyıllar boyunca bulmaya çalıştığı cıvayı gümüşe, bakırı altına dönüştüren taş ile alakalı olduğunu görürüz. Lubbert'in kafasından taş değil de bir çiçek, lale çıkıyor olması ise filozof taşının "akıl çiçeği" olarak nitelendirilmiş olmasında bulunabilir. Bir imleme anında Lubbert'i aptallıktan kurtaracak olan taş, bir başka imleme anında rahip ve rahibenin beklediği servet ve kontrol mekanizmasının mihenk taşına dönüşür. Lubbert tıp ve din sayesinde aptallıktan kurtulacaktır ama aptallıktan kurtuluyor olması rahip ve rahibenin gücü ele geçirerek, arzu edilen, normalite dışı değil, tam tersine, klişeler üreten bir aptallığın, deliliğin hükümranlığını sağlayacaktır. Öyleyse, bu durumda delilik ve aptallık taşının kafasından çıkarılmasını talep eden kişi gerçekte Lubbert değildir, o sadece talep ettirilmiştir. Aptallığı talep eden kişi böylece, Benjaminvari bir anlayışta, tarihte belki de ilk defa aklın sınır tanımazlığını "normaliteye" kurban etmekte ve bu kurban ekonomisi sayesinde genel bir güç ekonomisinin yükselişine de katkıda bulunmaktadır.


Yaklaşık 1480'lerde yapılmış Deliliğin Tedavisi'ne alegorik anlamda baktığımızda günümüzde birçok şeyin ne kadar az değişmiş olduğunu görmez miyiz? Kontrol mekanizmaları biçimsel anlamda değişmiş olabilir ama temel içerik her zaman klişeler üreten bir aptallığın korunması olarak kalmamış mıdır? Her zaman taşın çıkartılmasını isteyen kişi değil de, taşın çıkartılmasına karar veren düşünce biçimi kazanmamış mıdır?










[1] Erwin Panofsky, Early Netherlandish Painting: Its Origins and Character, New York: Harper & Row, 1971, s. 358.


[2] http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2015/12/abdal-ile-aptal.html

Recent Posts
Archive
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page